. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
Saba Tümer’le Bu Gece

 

Saba Tümer: Mutlu akşamlar sayın seyirciler, programımıza hoş geldiniz. Bu geceki ilk konuğumuz Elif Şafak. Hoş geldiniz.

Elif Şafak: Hoş bulduk.

Saba Tümer: Nasılsınız?

Elif Şafak: Teşekkür ederim, sağolun.

Saba Tümer: Hem kitap hayırlı olsun diyeyim, hem Habertürk Gazetesi hayırlı olsun diyeyim. Gerçi kitapta hayırlı olsun demeye pek gerek de yok, maşallah; ama olsun gene de biz diyelim, âdet yerini bulsun. Nasıl gidiyor her şey?

Elif Şafak: Güzel gidiyor. Kitap da güzel gidiyor.

Saba Tümer: Kitap maşallah çok güzel gidiyor. Ben kitaba başladım. Ama şimdi buradan işten eve gitmişsin, saat iki, iki buçuk, uykuyu tutturmak için okunacak bir kitap değil bu kitap. Bu keyifle böyle hafta sonu evdeyken tatlı tatlı okumak gereken, çayını kahveni yanına alıp okumak gereken bir kitap. Çünkü çok güzel bir kitap. Onun için bir türlü kıyamıyorum okumaya. Bir diyorum ki hani tatile çıktığımda mı okusam diyorum; bir merak ediyorum, okuyorum, okuyorum birazcık, hadi kapatıp ondan sonra tatile saklıyorum. Ama ellerinize sağlık.

Elif Şafak: Teşekkür ederim.

Saba Tümer: Şimdi kitapta çok güzel bir dörtlükle başlıyorsun zaten: “AŞK’ın hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde…” Siz aşkın neresindesiniz diye başlayayım mı?

Elif Şafak: Zor soruyla. Ben hasretinde olmadığımı biliyorum. Ama tabi şöyle bir şey var, bir kere aşkı bulduktan sonra da insan bu sefer kaybetme korkusu yaşıyor. Onun için hani tek seferde edinilecek, sahip olunacak bir şey değil, bu sürekli bir oluş hali, devam eden bir oluş hali. O anlamda, ortasında bir yerlerdeyim.

Saba Tümer: Ortasında bir yerlerdesiniz. Peki. Aslında bu kitabı yazmak da çok zor; okudukça ben onu da şey yapıyorum. İlk neyi kurguladınız, yani ilk Şems ile Mevlana’yı yazacağım, onu bir roman haline getireceğim diye mi kurguladınız; yoksa ilk hani diğer aşkın içersine birdenbire o ilahi aşkı mı sokmak istediniz? Nerden, hangi aşktan yola çıktınız, ya da nerden yola çıktınız?

Elif Şafak: Aslında aşktan yola çıktım. Bir kavram olarak, bir öz olarak. Vardığım yer de gene aşk oldu. Çıkış noktam da oydu. Böyle bir niyetle çıktığınızda da yola, zaten o romanın yolu bir şekilde Mevlana’dan geçiyor, Tebrizli Şems’ten geçiyor. Ama bir kez onu anladıktan sonra da paralel geldi her şey. Yani her iki hikaye. Sadece tarihte geçen bir roman yazmak beni o kadar çekmedi. Çünkü bu nasıl bir tılsım ki aradan 800 sene geçmiş, biz hâlâ bugün Mevlana’yı konuşuyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Nasıl bir büyüsü var? İşte, haritada Konya’nın yerini bulamayan insanlar Rumi dendiğinde böyle bir toparlanıyorlar. Nasıl bir efsun bu? Biraz bunu anlamak istedim. Yani o dönemden bu döneme uzanan, işte hem ilahi hem dünyevi olan yanlarını bağlayan, çok farklı gibi görünen şeyleri bir araya getiren, bağları gösteren bir kurgu yapmak istedim. Onun için roman içinde roman var.

Saba Tümer: Evet, roman içinde roman var. Acaba -onu insan merak ediyor- hangisi ilk başta cezbetti? İlk kendiniz Şems ve Mevlana’nın ilişkisini inceleyerek mi başladınız? Çünkü birçok da kaynak var burada.

Elif Şafak: Kaynak var. Tebrizli Şems, benim merak ettiğim, kendimce işte senelerdir okumaya anlamaya çalıştığım, gayret ettiğim bir büyük düşünür bence. Keza Mevlana da öyle. Ama tabi şunu söylemem lazım: Sonuçta burada bahsettiğim, anlattığım her karakter hayali bir karakter.

Saba Tümer: Herkes orda takılıyor, biliyorsunuz.

Elif Şafak: Ama bu bir roman, bu bir hayal dünyası. Ben kendi penceremden gördüğüm Mevlana’yı anlatıyorum. Bir başkası bambaşka anlatacak. Bir öteki başka bir şekilde anlatacak. Bu çeşitlilik güzel geliyor, doğal geliyor bana. Onun için, asla diyemem ki işte gerçek Mevlana’yı ben anladım, ben anlatıyorum. Bu benim haddim de değil, yapabileceğim bir şey de değil. Ama sanatın penceresinden, edebiyatın dünyasından böyle bir kurgu.

Saba Tümer: Şimdi herkesin merak ettiği, bizim yukarıda kızlar filan bayağı kavgaya filan da tutuşuldu yani herkes birbirine telefonlar filan açıyor, böyle enteresan bir şey söz konusu oldu Aşk kitabıyla birlikte. Bu arada, tabi kitabın aşk olduğu için kabı pembe. Bazıları da şey yapıyor, Tayfun Talipoğlu söyledi, pembe kitap diye hani ‘erkek adamı bozar’ vardır ya öyle. Ama hiç alakası yok.

Elif Şafak: Bu ilginç bir şey ama. O kadar çok duyuyorum ki ben bunu, her gittiğim yerde, etkinliklerde. Genç erkeklerden gelmesi de ilginç geliyor bana. Yani işte biz kitabı sevdik, evde veya yakın çevremizde rahat okuyoruz; ama vapura bindiğimizde, otobüse bindiğimizde, yani kamusal alana çıktığımız andan itibaren şöyle bir pembe rengi saklama gereği duyuyoruz.

Saba Tümer: İyi de niye, pembe gömlek giyiyorlar artık erkekler?

Elif Şafak: Ama biz çok barışık değiliz, toplum olarak pembeyle o kadar da barışık değiliz. Bir de tabi küçümsüyoruz. Bu bende de vardı, yani pembeyi hep böyle işte cicili bicili, kız çocukların, kadınların dünyası… Yani açıkçası hafif görüyoruz biz pembeyi. Aynı önyargılar bende de vardı. Ben kendi önyargılarımı da aşabilmek istedim, pembe yaparak kapağı.

Saba Tümer: He, inadına gittiniz siz?

Elif Şafak: İnadına gitmedim ama benim de önyargılarım vardı. Tabi bazı şeyler yumuşatıyor. Bir kere, kız çocuk annesi olduktan sonra pembeyle bir barışıyorsunuz. İkincisi, bu kalp çakrasının rengi, pembenin bu tonu. Öyle olması bana çok anlamlı geldi. Ben çok güzel bir ekiple çalıştım. Hem Doğan Kitap’tan, hem Alamet-i Farika’dan. Bana kitap böyle geldiğinde ilk tepkim benim de bir tereddüt oldu. Yani pembe olursa işte nasıl karşılanır, hani ciddiye alınmaz mı diye. Ama sonra şey düşündüm yani bir renge böyle bir anlam atfetmek de doğru değil. Madem bana böyle geldi, ben bunu böyle kabul etmeliyim diye düşündüm. İyi ki de öyle yapmışım. Ben seviyorum bu kapağı.

Saba Tümer: Elif Şafak okurlarından yani sizin hedef kitlenizin çok dışındaki insanlar da bu kitabı okuyup tartışıp konuşmaya başladı. Ve çok fazla aydınlanan kişi de var bu kitapla beraber. Gerçekten müthiş bir şey bu.

Elif Şafak: Eyvallah. Fakat ben Türkiye’de hakikaten çok iyi bir edebiyat okuru olduğunu düşünüyorum. Bunların çok önemli bir kısmı da kadınlar. Böyle her yaştan, her kesimden, çok farklı düşüncelerden gelen kadınlar. Biz iyi okuyoruz. Bence kadınlar çok iyi kitap okuyor.

Saba Tümer: Evet, orası da doğru. Kurgudan bahsederken, herkes şeyi merak ediyor, tartıştıkları konu bu, insanların. Neresi gerçek, neresi değil? Yani romanın içinde roman, evet ama kahramanlar hayali değil, romanların zıddına gerçek kahramanlar. Peki burada mesela Mevlana’yla Şems arasında geçen diyaloglar ya da işte Şems’in Mevlana’yı bulması yolunda kat ettiği yerler, bunların hepsi acaba ne kadarı doğru, ne kadarı kurgu? Tabi ki böyle biz pek fazla araştırmayı da sevmeyiz. Yani bunu size sorarız, kalkıp da gidip arkadaki bu kaynaklara bakıp da o kaynaklardan bir şey okumayı pek sevmeyiz, araştırmayı. Onun için hazır bulmuşken, neresi kurgu, nereler gerçek, onları öğrenelim sizden.

Elif Şafak: Tabi ki son tahlilde anlattığım her şey bir kurgu. Ama ben bu kurguyu yapabilmek için okuyorum. Bir de yeni bir şey de değil benim hayatımda, belki on beş seneyi geçti tasavvufla tanışmam. O gün bugündür de kendimce yoğun olarak okuyorum. Daha yoğun okuduğum dönemler oldu. Bir parça belki daha uzaklaşıp tekrar döndüğüm dönemler oldu. Kendim de mevsimlerden geçtim. Ama benim için hep bir sürekli ilgi alanı oldu on beş senedir. Muhakkak ki o okumaların da getirdiği bir şey var, hani bir tortu geriye bırakıyor. Yazarken de araştırma yapıyorum ben, bir dönemi anlamaya çalışıyorum. Tabi ki o anlamda ödevimizi yapıyoruz ama son tahlilde bütün o parçaları birleştiren şey hayal gücü. Onun için anlattığım bir hayal.

Saba Tümer: Hepsi bir hayal.

Elif Şafak: Hayal tabi. Ordaki kırk kural mesela, bazı okurlar hakikaten Tebrizli Şems’in böyle kırk kuralı olduğunu düşünüyorlar. Ama öyle kırk kural yok. Onları ben formüle ettim. Ama tabi ki ben formüle ederken de kendi okumalarımdan besleniyorum. Mevlana okumalarımdan besleniyorum. Sadece Anadolu kökenli sufilik değil, daha evrensel mistisizm üzerine okumalarımdan da besleniyorum. Hani okuduğum her şey aklın süzgecinden geçiyor kalbe iniyor başka bir yerden tabi ki sızıyor kitabın içine. Ama son tahlilde bu sanat, edebiyat, o yüzden tabi ki hayal.

Saba Tümer: Peki bu kırk kural da çok ilgi görmüş olabilir, değil mi, okuyucular tarafından?

Elif Şafak: Çok. Evet. Tabi, tabi. Epey bir internette dolaşıyor. Kırk kuralı ben afiş yapan, poster yapan okurlar gördüm.

Saba Tümer: Ben de düşündüm, biliyor musunuz? Ben daha kaçıncıdayım, yirmi beşte miyim, yirmi altıda mıyım, öyle bir şeydeyim ama düşündüm onları bir yere yazıp devamlı göz önünde bulundurmayı.

Elif Şafak: Telefonlarından böyle birbirlerine sms ile kuralları gönderen okurlar oluyor. Bunlar çok mutlu ediyor beni, çok duygulandırıyor hakikaten.

Saba Tümer: Peki ilahi aşkla dünyevi aşkı bir arada, ilahi aşkla dünyevi aşkın bir karması dersek bu kitaba, hem birbirinden farklı hem iç içe yani ikisinde de olay aşk ama çok da değişik şekilde yorumlanabilir, bu ikisini bir araya getirirken zorlandınız mı, ya da bu ikisini bir araya getirme fikri nasıl doğdu sizde?

Elif Şafak: Ben bütün bu kategorilerin ötesinde, bir öze bakmak istedim. O öz bence aşk. Bizim yaradılışımızın özü aşk, kainatın özü aşk diye düşünüyorum. Dolayısıyla parçalar zaten birleşiyor. Zaten bağlar var hepimizin hikayelerinin arasında. Tabi ki aynı şey değil dünyevi aşkla ilahi aşk. Ama tamamen birbirinden kopuk şeyler, hani hiç aralarda köprüler yokmuş gibi düşünmek de doğru değil. Hazreti Mevlana’nın da buna benzer bir sözü var. O da yaşadığımız aşkların da, eğer devam edersek yola, kendimizi nefsimizi dönüştürmeye devam edersek, ilahi aşka uzanan köprüler olduğunu düşünüyor. Yani her zaman bağlantılar var. Biz bir insanı sevdiğimiz zaman onun aynasında kendimizi görerek de çok daha farklı bir bilinç boyutuna varabiliriz. Tabi ki yok saymıyorum günümüzde hani çok böyle hızlı tüketerek yaşıyoruz aşkları; ama günümüzün dünyasında bile bence çok derin, çok hakiki aşklar da yaşanıyor. O anlamda, ben dünyevi aşkı da küçümsemeden yazdım.

Saba Tümer: Aşkı da sorgulattırıyor çünkü kitap. Yani hem kendi içimizdeki hem ilahi aşkı hem de dünyevi aşkı, hepsini birden sorgulamaya başlıyorsunuz kitapla beraber.

Elif Şafak: Evet.

Saba Tümer: Bir de merak edilen ve tartışılan şeylerden bir tanesi de bu kitabı okuyunca sanki Şems’e karşı önyargılı olan kişilerin önyargısının kırılmış olması bununla beraber. Herhalde çok karşılaşıyorsunuzdur bu soruyla ya da bu yorumla, değil mi?

Elif Şafak: Eyvallah. Tabi biz çok iyi tanımıyoruz aslında Şems-i Tebrizî’yi. Aslında Mevlana’yı da o kadar tanıdığımızı düşünmüyorum. Tabi ki Türkiye’de bu konunun çok kıymetli uzmanları var, onu yok saymıyorum. Ama hani genel anlamda ne kadar yaygın bilgilerimiz diye baktığımızda, belki çok fazla araştırma yapmıyoruz veya daha böyle kulaktan dolma bilgilerle yetinebiliyoruz. Şimdi, Şems-i Tebrizî söz konusu olduğu zaman iyice derinleşiyor bu. Daha gölgede kalan bir kişilik olagelmiş. Ama baktığımızda, daha yakından baktığımızda orda muazzam bir şey var, muazzam bir cazip bir karakter var. Bir romancı için de öyle, bir sanatçı için de öyle. Bir de ben açıkçası etle tırnak gibi görüyorum onları. Yani çok da birbirlerinden ayrı düşünemiyorum. Yalnız şunu da söyleme gereği duyuyorum: Bu kitaptaki her karakteri benim yazarken bir sevgim oldu. Yani çok hani kıyıda gibi görünen karakterler de buna dahil. O yüzden hani Ella’yı da Aziz’i de ne bileyim ordaki işte katil tiplemesi, ordaki sarhoş tiplemesi, yani çok farklı, tâlî gibi görünen tiplemelere de yazarken muhakkak benim bir muhabbetim oluyor, bir yakınlığım oluyor, ki başka türlü yazmak mümkün değil. Onun için hani çok kahramanlar yaratarak yazmıyorum ben. Bu benim için önemli bir şey.

Saba Tümer: Peki yazarken bu kitabın ortaya çıkması sürecinde, demişsiniz ki bir röportajınızda “Yemek yemiyorum, yıkanmıyorum, uyumuyorum, perdeleri çekip yarasa gibi yaşıyorum” diye anlatıyorsunuz. Doğru mu bunların hepsi?

Elif Şafak: Doğru.

Saba Tümer: Ne kadarlık bir süreç bu? Çocuklar ne yapıyor?

Elif Şafak: O yüzden ben çocuklarımız olduktan sonra çok zorlandım. Çünkü bildiğim bir yazı tarzı var. Kitap bitene kadar tamamen öyle oraya çekilerek yazabiliyorum. Çok asosyal oluyorum, çok kendi içime dönük oluyorum, biraz böyle aklım bir karış havada dolaşıyorum. Ve hep böyle oldu. Annelikle yazarlığı o yüzden dengelemekte biraz zorlandım. O ilk başta beni çok zorlayan bir süreç oldu; ama çok şükür bu kitapta hani bir dengeyi de yakaladığımı düşünüyorum, onu hissettim, yaşadım da. Genellikle çocuklar uyuduktan sonra geceleri yazdım, geceleri çalıştım. Daha farklı bir şey kattı bana. Ama o dengeyi bulana kadar zorlandım.

Saba Tümer: Peki agresif oluyor musunuz yazarken?

Elif Şafak: Tabi. Yani yazdığım şeye de bağlı, sayfaya bağlı, bölüme bağlı. Ben çok etkileniyorum yazdığım konulardan. Mesela kitapta öyle bölümler var ki işte ‘okurken ağladık’ diyor okurlar. Ben biliyorum nerelerde ağladıklarını; çünkü ben de oralarda yazarken ağladım. Yani öyle bir şey var, bir yakınlık var. Çok ayırt etmiyorum kendimi.

Saba Tümer: Herhalde ışığı da buradan geliyor.

Elif Şafak: Evet. Tabi. Yani şöyle de yapabilirsiniz: Biraz kendinizi kuklacı gibi görüp roman karakterlerini yönetmeye de çalışabilirsiniz. Bu bence çok doğru bir yaklaşım değil. Ya da daha yatay bir şekilde bakarsınız, yani okurla kendinizi ayrı görmeden, anlattığınız karakterlerle kendinizi ayrı görmeden. Biz biraz oyuncu gibiyiz. Yani anlattığımız karakterin kişiliğine bürünüyoruz, o karakter oluyoruz onu yazdığımız zaman boyunca. Onun için hani biraz irrasyonel bir şey yani böyle akıl gidiyor geliyor.

Saba Tümer: E tabi gidip gelmez mi hele bu kadar gerçekten inanılmaz bir kurgu da var içinde. Tabi bir taraftan çocuklar, bir taraftan iş güç eş derken, öyle bir şey yapmanız gerekiyor. Birazcık izleyici soruları sorayım size: “Neden kitap Eylül 2009’da yani gelecekteki bir tarihte bitti?”

Elif Şafak: Zor soru. Hakikaten bazı şeyleri ve ayrıntıları ben böyle ince hesaplayarak, önceden düşünerek de yazmıyorum. Halide Edip Adıvar’ın buna yakın bir sözü var, o şey diyor, acaba yazar mı kendi kitabını en iyi bilen insan, emin değilim. Bence okurlar daha iyi analiz edebiliyorlar, tahlil edebiliyorlar. Şimdi ben mesela böyle bir ayrıntıyı düşünmedim, neden Eylül 2009’da bitti? Öyle aktı, öyle gelişti, yani özel bir anlam yüklemedim ona.

Saba Tümer: Zahara neden Aziz?

Elif Şafak: Zahara. Zahara benim çok sevdiğim bir isim. Ben zaten Z ile başlayan kelimeleri, isimleri çok seviyorum galiba. Ama Aziz Zahara tiplemesi kitapta -belki bilmeyenler için söylemek gerekir- modern bir sufi olarak anlatılıyor. İşte 1970’lerde çok daha farklı bir hayat yaşarken, ne bileyim işte uyuşturucu müptelası, bambaşka bir hayattan sufiliğe dönen, çok daha çalkantılı bir şekilde, renkli bir şekilde yaşayan belki diyebilirim, bir karakter var orda. Onun yazdığı kitabı okuyoruz biz kitapta. İsimleri verirken de ben çok düşünüyorum karakterlerime. Yani hani illa da bir rasyonalitesi var anlamında söylemiyorum; ama o karakter o ismi bulana kadar da olmuyor, yürümüyor. Anca ismini bulduktan sonra yürümeye devam ediyor. Onu da çok seviyorum. Aziz’in ismi de öyle geldi yani Aziz Zahara.

Saba Tümer: İsmi değil yani Zahara’yı niye Aziz yaptınız? Neden Aziz olarak, Saint, Aziz?

Elif Şafak: Öyle düşünmedim. Saint, Azizlik değil. İsim olarak aldım. Ben A’ları, Z’leri, harfleri çok seviyorum ben. Yani harflerin dansını, hakikaten bu böyle çok tuhaf gelecek belki ama hâlâ çocuk gibi böyle harflerle oynamayı, harflerin yerini değiştirerek anlam değiştirmesini…

Saba Tümer: O zaman bizim kızlar mı takıldı acaba? Çünkü bana dediler ki Aziz olduğu için bir ilişkiye giremiyorlar.

Elif Şafak: Bunlar ilginç geliyor. Benim düşündüğüm yüklediğim anlamlar değil ama okurların verdiği anlamlar da hoşuma gidiyor, bunları duymak da hoşuma gidiyor. Hakikaten mesela iki çok yakın okur aynı kitabı okuyor, çok yakın arkadaşlar diyelim, tamamen farklı sonuçlar çıkarıyorlar, tamamen farklı lezzetler alabiliyorlar veya aynı kitabın çok farklı yerlerine takılabiliyorlar. Bunlar da hoş geliyor bana. Çünkü bence biz anlamı beraber yaratıyoruz zaten, yani okurla beraber yaratıyoruz. Onun için okur pasif değil, edilgen değil. Şimdi bu söylediğiniz şeyler benim düşündüğüm noktalar değil ama okurdan geldiği için ben onu dinliyorum, ilgiyle dinliyorum.

Saba Tümer: Peki bu Mevlana’yla Şems ilahi aşk uğruna ailesini, mesela Mevlana, çocukları da ne kadar çok karşı çıkıyorlar, ailesini ihmal ediyor. Şems keza karısını aynı şekilde ihmal ediyor, fazla ilgilenmiyor. Böyle bir şeyi siz kendiniz nasıl yorumluyorsunuz? Yani aşk uğruna, ilahi aşk uğruna da olsa, her şeyden vazgeçmek.

Elif Şafak: Çok zor sorular bunlar.

Saba Tümer: Ama bunlar merak ediliyor.

Elif Şafak: Şu da bana çok soruluyor: “Kitapta Ella karakteri ailesini bırakıyor sonuçta ve böyle bir ruhsal yolculuğa çıkıyor. Doğru mudur? Bir kadının çocuklarını bırakması, ailesini bırakması?” Bu soru da bana çok geliyor. Ama ben yazarken öyle yargılamıyorum karakterlerimi. Hani yaptığı şey ahlaken doğru mu diye bakmak yerine o karakteri anlamaya çalışıyorum.

Saba Tümer: Ama sonuçta o karakter bence çok haklı. Zaten bütün geçirdiği evreleri de siz içersinde çok güzel bir şekilde anlatıyorsunuz. Zaten onun oraya gideceği belli. Ve gitmesi çok normal. Ve gitmesi de lazım. Kimse mecbur değil o şekilde hayatına devam etmeye. Ve birçok insana da bu bir ışık tuttu, bir fener tuttu. Mesela geçenlerde bir arkadaşım “Aşk romanı hayatımı değiştirdi” dedi. Düşünsenize ne kadar hoş bir şey yani.

Elif Şafak: Tabi. Tabi. Ama ben aşkın kendisinin zaten dönüştürücü bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani “Ben aşık oldum ve hâlâ aynı insanım” diyebiliyorsak, hani orda pek aşktan bahsetmiyormuşuz gibi geliyor. Aşk tam da kendinden vazgeçebilmek, hani o “ben” dediğimiz şeyin ötesine geçmeye çalışmak. Biraz egonun aleyhine işleyen bir şey. Halbuki biz biraz günümüzde egoistçe de yaşıyoruz aşkları. Onun için ben dönüştüren bir aşkı anlatmaya çalıştım. Yani okurlar “Beni de dönüştürdü bu kitap” dediklerinde, açıkçası mutlu oluyorum tabi.

Saba Tümer: Tabi ki. “Elif Şafak’a göre Elif Şafak Türkiye’nin neresinde?” diyor bir izleyici.

Elif Şafak: Ben kendi edebiyatımı, kendi kalemimi bir yönüyle çok yerel, bir yönüyle de çok evrensel buluyorum. Bu benim önem verdiğim bir şey. Biraz pergel gibi. Hani gene Mevlana’nın kullandığı bir pergel benzetmesi vardır. Pergelin bir ayağı çok sabit, bu topraklardan besleniyor, bu kültürden besleniyor, İstanbul’dan çok besleniyor muhakkak; bir ayağı da pergelin belki bütün dünyayı dolaşıyor. Onun için, o yerellikle evrenselliği beraber yakalayabilmek, benim önemsediğim bir şey.

Saba Tümer: “Muhteşem. Kurgu bile olsa, aydınlanma konusunda büyük hizmet. Lütfen biriktirdiklerinizi paylaşmaya devam edin” demiş bir izleyicimiz.

“İyi akşamlar, ben Türkçe öğretmeniyim. Kitabınızı üç hafta önce okudum. Benim hayata bakış açımı satırlarda adımladım. Üslubunuz dopdolu” diyor bir izleyici. Devamı çıkmamış; ama övgü dolu bir mesaj olduğunu söyleyebilirim.

Bir izleyicimiz de imza günlerinizi kaçırıp duruyormuş, bugünkünü de kaçırmış, bir dahaki imza günü ne zaman diyor.

Elif Şafak: Bir dahaki imza gününü bilmiyorum.

Saba Tümer: Peki Ella ile Aziz’in aşkı nasıl bir aşktı?

Elif Şafak: Zor bir kere. Çok farklı karakterler. Ama ben buna çok inanıyorum; bence bu hayatta ne öğreneceksek, bize benzemeyen insanlardan öğreniyoruz. Herkes, bildiğimiz sevdiğimiz bütün arkadaşlarımız hep bize benziyorsa, çok böyle narsistçe bir şey var orda. Sadece kendimize benzeyen insanlardan oluşuyorsa çevremiz. Şimdi, Ella’nın daha durgun bir göle benzeyen bir hayatı var. Kitabın başında kullandığım bir metafor var benim. Ve kitap boyunca devam ediyor. Hayatınız durgun bir göle de benzeyebilir veya böyle çok taşkın bir ırmağa, bir nehre de benzeyebilir. Diyelim bir taş atıldı, yani bir değişiklik, bir şey, beklenmedik bir değişiklik, gölü çok etkiler, gölde böyle halka halka etkiler yaratır; nehri ise çok etkilemez. Şimdi, Ella’nın hayatı durgun bir göl gibi. Onun için, Aziz’in varlığı, ondan gelen her e-mail, her mektup, her satır böyle bir taş gibi müthiş şeyler yaratıyor, halka halka etkiler yaratıyor. Yani onu çok dönüştüren bir aşk oluyor.

Saba Tümer: Her bölümün ilk harfi “b” imiş, neden diyorlarmış.

Elif Şafak: Onu kitabı okuyanlar bitirince herkes kendince yorumluyor. Ama ben hem tasavvufun içinde de olan bir geleneği de kendimce kurmak istedim. Mesnevi de “b” harfiyle başlıyor. Bir edebiyatçı olarak da beni çeken bir oyun oldu. İşte “b” harfini düşünün Arapçadaki, altındaki o nokta vardır ya, o noktada bütün gizlidir. Öyle bir şey var tasavvufta. Yani küçüğün içinde büyüğün nasıl gizli olduğuna dair. Kitabı okuyunca da parçaların birleştiğine inanıyorum.

Saba Tümer: Birçok kişi de bu kitapla beraber Şems’i sevdi, dedim ya size az önce. Mesela bir de birçok kişi de, “Mevlana zaten vardı ama hani Mevlana’yı Mevlana yapan Şems miydi?” sorusunu da sormaya başladı.

Elif Şafak: Tabi ki Şems’in o anlamda muazzam bir şeyi var, yani rüzgar gibi geliyor. Ama tabi Mevlana’nın da muazzam bir kişiliği var. Kaçımız bunu yapabiliriz ki? Diyelim işte çok ünlüsünüz, veya belli bir refah seviyesine ermişsiniz, işte etrafınızda hayranlarınız var, öğrencileriniz var, yani yaşadığınız hayattan çok memnun olmak için -değil mi, öyle bir durumda- pek çok sebep var. Ama biri geliyor hayatınıza ve işte bambaşka bir kapı açıyor. Hani kaç kişi sahip olduğu şeyleri bırakıp o anlamda o manevi aşkı o ilahi aşkı sürdürmek için yola çıkabilir? Yani sahip olduklarından vazgeçmeyi bile göze alabilir? Herkesin yapabileceği bir şey değil. Benim ikisine de açıkçası çok derin bir hürmetim var, öyle bakıyorum ben.

Saba Tümer: “Elif Hanımın mutlaka okunması gerektiğini düşündüğü on kitap nedir?” diyor bir izleyici.

Elif Şafak: Aslında böyle bir şey de yok. Yani sürekli değişiyor. Benim kendi ömrümün her döneminde en çok sevdiğim kitaplar da değişiyor. Kimi kitabı dilinden ötürü seviyorum, kimini içeriğinden ötürü, kimini kelime dağarcığından, kullandığı kelime hazinesinin bu kadar geniş olmasından dolayı, yani her kitap farklı. Ama Aşk’ın arkasında öyle küçük bir kaynakça da var. Hani tadımlık bir okuma listesi. Hakikaten bu konularla ilgilenenler için. Asla demiyorum ki esas kitaplar bunlar. Ama hani bende izi olan kitaplardan öyle bir tadımlık da verdim. Onun için, ordan yararlanabilirler.

Saba Tümer: “Elif Hanım sufizmi yorumlayabilir mi bize, kendi algıladığı şekilde?” diyorlar.

Elif Şafak: Bu çok zor bir soru. Hani ben ne kadar anlıyorum, onu da bilmiyorum. Bunu biraz şeye benzetiyorum. Bir okyanus gibi, umman gibi, derya deniz, uçsuz bucaksız bir şeyden bahsediyoruz tasavvuf dediğimizde. Benim ne anladığım da kendi kabım kadar, yani ben işte kabım neyse belki bir bardak, belki bilmiyorum bir kova, onunla su çekiyorum ordan. Ama eğer kendi kabımın içindeki suya bakıp da “işte okyanus budur, bunu da ben anladım” dersem, o yalan olur. Ama ben kendi idrak seviyeme göre işte ne kadarını anlayabiliyorsam o kadarını çekip ordan, aktarıyorum. Onun için, hani en iyi cevabı da gene romanın kendisi verecek. Ne kadar anladığımı.

Saba Tümer: “Elif Hanımın hayatında manevi bir değişim olabilecek mi acaba?” diyor bir izleyici.

Elif Şafak: Manevi bir değişim her gün oluyor aslında. Her yaşadığımız gün. Bir de ben buna çok inanıyorum, tesadüflere de çok yer var hayatımızda. Bazen biriyle tanışıyoruz, onun söylediği bir kelime; bir kapının önünden geçiyoruz, ordan duyduğumuz bir ney sesi; bir isim; okuduğumuz bir kitap; bütün bunlarla dolu etrafımız aslında, her biri bir hazine. Ama onlara açık olduğumuz takdirde zaten her gün bir manevi değişim var bence hayatımızda. Ama baktığımda uzun vadeli, tabi ki bende de birçok mevsim olduğunu görüyorum, aşama olduğunu görüyorum. Mesela bence Aşk’ı ben daha önce yazamazdım. Evet, ben bu konularla kendimce bir süredir, uzun zamandır ilgileniyorum. Ama belli bir şeye gelmesi gerekiyordu.

Saba Tümer: O kıvama geldiğinizi hissetmeniz gerekiyordu.

Elif Şafak: Evet. Bu da önceden planlanabilecek bir şey değil. Bu hakikaten geliyor ya da gelmiyor insana.

Saba Tümer: Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz? Var mı yeni bir projeniz?

Elif Şafak: Hemen yeni bir proje yok. Ben böyle kitabı bitirdiğim zaman hemen telaşla yeni bir kitaba başlamıyorum. Biraz demlenmeyi seviyorum. Çünkü bizim işimiz çok ben-merkezci bir şey. Yani biz roman yazarken o kadar kendi içimize çekilip yazıyoruz ki. Roman bittiğinde biraz başka işler yapmak, öğrenmek, insanları dinlemek, bunları seviyorum. Yani öyle bir zenginleşme, demlenmeden sonra, o zaman tekrar dönüyorum romana.

Saba Tümer: Gazete nasıl gidiyor?

Elif Şafak: Gazete iyi gidiyor. Çok güzel. Bir de tabi gazete okuru müthiş çok dinamik.

Saba Tümer: Gazetedeki mail adresinize de geliyordur herhalde kitapla ilgili?

Elif Şafak: Geliyor. İmza günlerinde, etkinliklerde tabi çok görüyorum. Ben önemsiyorum, yani kitap okurundan, okurdan gelen her düşünceyi, yorumu, eleştiriyi, hakikaten çok dinlerim ben. O bana hep ilhamdır, hep feyiz verir.

Saba Tümer: Tabi, bundan sonrası için size ışık tutar, ne yapacaksınız, nasıl yapacaksınız.

Elif Şafak: Bir de insan çok kendi dünyasına gömüldüğü zaman, bir de buradan bakıldığında ne görülüyor bilmiyor. Onun için, dinlemek bana bu işin çok önemli bir kısmı gibi geliyor. Genelde hani yazarlar için çok iyi gözlemci olması gerekir denir. Bence çok iyi dinleyici olması gerekir. Gözlemden daha önemli geliyor bana.

Saba Tümer: Dinlemek çok önemli. Çok doğru söylüyorsunuz. Çok enteresan, insanlar bu kitabı alıp birbirlerine hediye etmeye de başladılar. Onu da biliyorsunuz, değil mi?

Elif Şafak: Evet. Biliyorum. O kadar çok böyle yaş gününde verilen kitap imzaladım. Bir de şu çok hoşuma gidiyor: Gelen kitaplara bakıyorum. Üç kişi okumuş, beş kişi okumuş. İşte aynı aile içinde anne baba yenge, bazen üç kuşak okumuş, kuzenler okumuş falan, bunlar müthiş hoşuma gidiyor. Hediye olarak verildiğini görmek hoşuma gidiyor.

Saba Tümer: Çok uzun zamandır hani kitap hediye edilmesini hiç duymamıştım. Gerçekten Elif Hanımın kitabını bitmesin diye okuyamıyorum. Benim kardeşim iki günde bitirdi. Ben keyfini çıkartayım diye okuyamıyorum. Hani acaba tatilde mi okusam, işte boş vaktimde pazar günleri mi okusam, ne zaman okusam diye. Gene de kıyamaya kıyamaya belli bir yere kadar geldim.

Elif Şafak: Tadını ala ala. Eyvallah.

Saba Tümer: Onun için hepinize tavsiye ediyorum, okumayan herkese, kadın erkek demeden. Yani erkek dediğim, işte pembe kabına bakmayın, pembeden korkmayın ve alın. Gerçekten çok güzel kurgulanmış, çok güzel bir şekilde ifade edilmiş, çok hoş bir kitap.

Elif Şafak: Çok teşekkür ediyorum.

Saba Tümer: Ellerinize sağlık. Yüreğinize sağlık.

Elif Şafak: Eyvallah. Sağolun.

Saba Tümer: Bütün her şeyinize sağlık. O kadar güzel ki…

Başka mesajlara da bakalım:

“Elif Hanımın üslubu ve sorulara verdiği cevap beni muazzam etkiledi. Bu kitabı yarın çıkıp hemen alacağım” demiş bir izleyici.

Kitabınızı senaryolaştırmayı düşünüyor muymuşsunuz?

Elif Şafak: Böyle bir niyet var. Aşk’ın yayınlanması beni de heyecanlandıran bir şey. Teklifler de var. Ama tabi biraz hakikaten ben bunun kısmet işi olduğuna inanıyorum. Her edebiyatçı da çok mutlu olmuyor, edebiyatla sinemanın birlikteliğinden. Ama güzel yapılırsa çok güzel şeyler de çıkabiliyor ortaya. Sinema benim çok önemsediğim, çok kıymet verdiğim bir alan. Bakalım. Yani nasıl gelişir? Biraz doğru ekibi, doğru insanları bulmak, hani doğru enerjiyi yaratmakla da ilgili bence. Ben de merak ediyorum.

Saba Tümer: Teklifler var mı?

Elif Şafak: Teklifler var. Güzel güzel teklifler var.

Saba Tümer: Onların arasından bir tanesini, en çok kafanıza yatan hangisiyse onu değerlendirirseniz aslında güzel olur. Ama prodüksiyon filan da çok önemli, dediğiniz gibi. Yani işte bu kadar şeyler yaşıyorsunuz, ne bileyim ben, çocuklarınız uyuduktan sonra yazmaya çalışıyorsunuz, kendinizi kapatıyorsunuz, bu kadar şey okuyorsunuz, onları içinize sindiriyorsunuz ve kaleme alıyorsunuz. Onun tabi ki filme çıkmış hali, filme dökülmüş hali çok daha güzel ve sizi tatmin edici olmalı. Ve genelde de şey vardır ya, işte ‘kitaptaki gibi değil’.

Elif Şafak: İşte tabi zor bir şey. Ama kitaptaki gibi de olamaz bir yanıyla, hani yüzde yüz olması mümkün değil. Çünkü sanat sinemada bambaşka bir anlatım diline sahip. Hani edebiyatçının da ona açık olması gerektiğini düşünüyorum ama zor, zor denge tabi.

Saba Tümer: Nerelerde yani hangi şehirlerde imza günü yapacağınızı soruyorlar ama onu herhalde şu anda söylemeniz çok zor, değil mi?

Elif Şafak: Evet, zor, tabi.

Saba Tümer: Başında konuşmuştuk ama herhalde izleyicimiz orayı kaçırdı. “Ben Aşk’ı okudum ve hayran oldum. Kusursuz bir kitap. Elif Hanıma sorum olacak. Kitabın içinde kırk kural var, o kurallar Mesnevi’den mi, yoksa kaynağı nerden? Çok merak ediyorum. Şimdiden teşekkürler” demiş.

Elif Şafak: Eyvallah. O kuralları sonuçta ben yazarken romanın içinde kendim formüle ettim. Onun için, her biri hayal ürünü kurallar. Ama tabi ki ben kendi Mevlana okumalarımdan da beslenerek, genelde tasavvuf okumalarımdan beslenerek oluşturdum. Onun için, bir bilgi zemini var ama onun dışında bütün o kuralların formülasyonu, onlar bana ait.

Saba Tümer: Gene bir erkekten mesaj geldi: “Kitabınızın kapak rengi yüzünden sıkıntı yaşıyoruz biz erkekler.”

Elif Şafak: Onu biliyorum.

Saba Tümer: Onu deminden beri konuşuyoruz. Çok güzel bir pembe…

Elif Şafak: Kapaktaki fotoğraf da benim için önemli. Çok kıymet verdiğim bir fotoğraf sanatçısının eseri o. Ebru Bilun. O aslında bir anlamda fotoğraf değil röntgen gibi. Yani yaprağın röntgeni. Sürekli bir telaş ve koşuşturma halinde olduğumuz için etrafımızdaki ayrıntıların çok farkında değiliz. Halbuki bir yaprağa bile durup baktığımızda içinde yürek var, içinde kalp var böyle damar damar. Yani o ayrıntıyı yakalamak. O anlamda, bir bütünlüğü olduğunu düşünüyorum ben kapağın. Çok yalın, sade, aslında mütevazi bir kapak ama o tevazuda bir güç de var. Yalınlığında bir güç var. İsmi de öyle. Aslında ben en çok kitabın ismini koymakta zorlandım. Yani içeriğinden daha çok. Çünkü şeye çok alışkınız işte kelime oyunları, dil oyunları yapmaya. Aşk ise çok böyle o kadar basit gibi görünüyor ki. Çok yalın. Ama dediğim gibi o yalınlığında bence bir güç var, bir iddia var.

Saba Tümer: “Elif Hanım hem akrep burcu, hem de konumuz aşk” diyor bir izleyici.

Elif Şafak: Bu burcumu biliyor. Doğru.

Saba Tümer: Burcunuzun akrep olması mı etkiledi acaba?

“Nobel ödülü alsa ne konuşma yapardı?” diyor bir izleyici. Ama şimdi pat diye nasıl söylesin?

Elif Şafak: Hiç düşünmediğim, cevabını bilmediğim bir şey.

Saba Tümer: Alınca düşünürüz, değil mi?

Elif Şafak: Olur.

Saba Tümer: Elif Hanım, çok teşekkür ediyorum.

Elif Şafak: Ben de teşekkür ediyorum.

Saba Tümer: Çok çok mersi. Hem yayına geldiğiniz için, hem de böyle güzel bir kitabı bizlerle paylaştığınız için. Çok teşekkür ediyorum.

Elif Şafak: Ben de teşekkür ediyorum.

 

 

 

Saba Tümer´le Bu Gece / 10 Haziran 2009

 

 

İzlenme : 39958
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us